• ESKİBAĞ KÖYÜ DAYANIŞMA VE KÜLTÜR DERNEĞİ

1970 -72 Lİ YILLARDA KÖYÜMÜZDE ÖĞRETMENLİK YAPAN İLYAS EGE ÖĞRETMENİMİZİN YAZISI

Benim hayatımda, Eskibağ köyünün, 1970-72 tarihleri arasında bu köyde yaşayan insanların apayrı bir yeri var. Ömrümün iki yılını bu güzel köyde, bu güzel insanlarla paylaştım. Ekmeklerini yedim, sularını içtim.
Eskibağ köyüne ilk defa ona komşu olan Avşar köyünde öğretmenlik yaparken gitmiştim. Galiba bir mevlide davet edilmiştik; ama kim davet etmişti, hatırlamıyorum. O mevlitten hatırımda kalanlar; Caminin tıklım tıklım dolu oluşu (komşu köylerden gelen epey insan vardı), yapılan duada “Caminin banisi Hasan Fakıh Hazretlerinin de” ruhuna Fatiha okunmasıydı. O tarihten itibaren “Hasan Fakıh” (Fakıh, fıkıh âlimi demektir.) adı benim için araştırmaya değer bir merak konusu olmuştur. Anlatılanlarda; “ Hasan Fakıh’ın Osmanlı padişahlarından 4. Murad’ın, şeyhülislamı olduğu belirtiliyordu. 4. Murad’ın Bağdat seferine gidişinde, Hasan Fakıh’ın köyü olan Eskibağ’a kadar birlikte geldikleri; ancak Hasan Fakıh’ın, yaşlı olduğu için Eskibağ’da kalarak Bağdat seferine gidemediği, Bağdat Seferi dönüşünde, 4. Murad’ın O’nu aradığı, ancak Hasan Fakıh’ın Hak’kın rahmetine kavuştuğunu öğrendiği, Eskibağ’a Hasan Fakıh’ın hatırasına bir cami yapılmasını, Eskibağ, Avsundu (Geyikpınar) ve Tümbüç (Çiçekli) köylerinin vergi gelirlerinin bu camiye vakıf kaydedilmesini emrettiği “ rivayet ediliyordu.

Adı geçen vakıf bilgileri, geçtiğimiz yıllarda ortaya çıktı; ancak bu belgede, Hasan Fakıh’ın kendisi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Araştırmacılar bu vakfın Osmanlı’dan da önce olabileceğini belirtmektedirler.Eskibağlılar için o yöredekilerin söyledikleri “Eskibağlılar Şeyhülislam torunlarıdır.” sözü anlamlıdır.Eskibağ köyüne bu ilk gelişimde, insanları, okul binası, okulun önünde kaynayan Kaçağın suyu (aslında boru patladığı için oradan kaynıyormuş, işin aslını sonradan öğrendik.) çok hoşuma gitmişti. Nasipte bu köyde bu insanlarla iki sene yaşamak varmış.Askerlik dönüşü kendi isteğimle Eskibağ köyüne atandım. İlk sene tek öğretmen olarak çalıştım. İkinci sene bir bayan öğretmen, Hatice Tavlu atandı. Bu kardeşimizin daha sonra vefat ettiğini üzüntüyle öğrendim. Allah rahmet eylesin.O tarihlerde, köylerde elektrik, televizyon, telefon yoktu. Ulaşım sıkıntılıydı. Suşehri’ne gidebilmek için Yılanlı’ya inip, saatlerce araba beklemek gerekiyordu. Üstelik çok seyrek geçen arabalar da durmuyordu. İnsanlar sağlık hizmeti bakımından mahrumiyet içindeydi.
Romatizmaya yakalanmıştım. Suşehri’ndeki doktor iki kutu iğne vermişti. İkisi karıştırılarak yapılacaktı. Köyde iğne yapan yoktu, Akıncılarda Sıhhiye Ahmet (Yılmaz) iğne yapıyordu. Her gün Akıncılar’a gidip iğne yaptırmam gerekiyordu. Nasıl, ne ile gidecektim. Galiba öğrencim Halit Kılıç bir çözüm buldu; “Öğretmenim bizim atı alır, onunla gider gelirsin” dedi. Şevket Dayı (Mekânı cennet olsun.) atı verdi, birkaç gün gittim-geldim. İşin bir başka garip yanı vardı; Sıhhiye Ahmet’in iğne yaptığı enjektörün arka tarafı kırıktı, iki iğnenin ilacını bir çekişte alamıyordu. Ahmet Abi, ilacın bir kısmını çekiyor, onu vücuda verdikten sonra, enjektörün gövdesini döndürerek çıkarıyor, kalan ilacı çekiyor, sonra vücudumda saplı duran iğneyi çıkarmadan enjektörün gövdesine monta ediyordu. Yaptıkları Türk insanının parlak zekâsının bariz bir örneğiydi (!); ama ben doğrusu bu tarz enjeksiyonu pek tutmamış olacağım ki başka bir çözüm aradım. Köyde edindiğim sıkı istihbarat sonunda yakın komşum İban Çece’nin (İbrahim Özcan) iğne yaptığını öğrendim. Hemen kendisini yakaladım. Kalan iğneleri yapmasını istedim. İban Çece: “Hocam ben hayvanlara iğne yapıyorum” demez mi. Daha sonra, ev halkına da bir iki iğne yaptığını itiraf etti. Kurtuluşuyoktu, benim kalan iğneleri de yaptı, yaptı ama zavallının her iğne yaptığında ellerinin titrediğini fark ettim. (Allah mekânını cennet eylesin.)Eskibağ’da göreve başladığım ilk günlerdeydi. Kâzım Ağa’nın (Urgancı) odasındaydık. Kâzım Amca köyün büyüğü idi. Odasının köşesinde “Hazine”adını verdiği bir dolabı vardı. Dolabında; şeker, çikolata, kolonya, ucu sarı sigara (filitreli) v.b. şeyler bulundurur, bunları misafirlerine ikram etmekten büyük zevk duyardı. Epey hoşbeşten, muhabbetten sonra bana “Kaçağın suyundan içip içmediğimi” sordu. Köyde zaten başka içme suyu yoktu. “İçtim” deyince. “İçtiysen sen de çok sürmez eline bir tüfek alır, bizim Sefer gibi korunun yolunu tutarsın.” dedi. Dediği gibi de oldu.
Bilhassa kış mevsiminde başlıca eğlencemizdi avdı. Eskibağ köyü, arazi yapısı bitki örtüsü bakımından buna zaten çok uygundu. Rıza Çolak, Sefer Aydın, İbrahim Özcan, Müslüm Özdemir, av ekibimizin demirbaş üyeleriydi; hatta bazen tüfeksiz de olsa, ilerlemiş yaşına rağmen Ahmet Dayı’nın(Mencer Ahmet) bizimle geldiği olurdu.
Karın yağdığı bir kış günü Çiçekli, köyü istikametine ava gitmiştik, Okçaören köyüne yaklaştık. Kar olmasına rağmen hiçbir şeye rastlayamadık. Vakit de geç olmuştu. Ekibin bir kısmı geri döndü. İban Çece, Müslüm ve ben geride kaldık. Derenin içi sıra yürürken karşıdan bir grup ördek havada göründü. Söğüt ağaçlarının arkasına saklandık. Önde İban Çece vardı, ördeklere nişan aldı; ama tüfeği patlamadı. Ben atış yaptım ördeğin biri bir miktar alçaldı, Müslüm son atışı yaptı. Alçalan ördek yüz metre kadar uçtuktan sonra düştü. Müslüm, koştu ördeği aldı, geldi. Eve döndük. Aradan bir gün geçti. Lojmanın kapısı çalındı. Kapıyı açtım. Öğrencim Süleyman: (Özdemir) “Öğretmenim dedemin selamı var, akşama yemeğe çağırıyor” dedi. Akşam yemeğinde Ahmet Dayı’nın ve Müslüm’ün misafiriydik. Benden başka bütün avcı bölüğü oradaydı. Mönüde tavşan pilavı vardı. Muhabbetle pilavı yedikten sonra Ahmet Dayı, davetin sebebini anlattı. Meğer o gün vurulan ördeğin içinden fabrika saçması çıkmış. Ahmet Dayı, Müslüm’e bu ördeği sen vurmamışsın, sen kesme saçma atıyorsun, bu ördeğe başka kim tüfek attı? Demiş. Müslüm: “ İlyas Hoca da attıydı.” Deyince: “ Sen Hoca’nın vurduğu ördeği almışsın, bu olmadı, o vakit hiç durma, tüfeği al, ne edip et, bir tavşan vur. Akşama yemeğe çağıralım, bu yanlışı düzeltelim” demiş. İşte tavşan pilavının esbabı mucibesi bu imiş. Yapılan sohbet, muhabbet, o candan davranışlar, yenilen içilenden daha tatlıydı.İlahi Ahmet Dayı, mekânın cennet olsun. Misafir ağırlamayı, misafire hizmeti ne kadar çok severdin. Bir oda dolusu misafirin yanında küçük iskemlesiyle kapıya yakın oturur, ilerlemiş yaşına, onca ısrara rağmen ileriye geçmez,”Siz benim misafirimsiniz şimdi en küçüğünüz benim” derdi.Eskibağ köyünde iki yıl öğretmenliğim süresince öğrencilerime bir şeyler öğretmeye onları eğitmeye çalıştım; ama asıl Eskibağ köyünün muhterem insanları beni eğitti, onlardan çok şey öğrendim. Onlardan görüp öğrendiklerimi bana hiçbir okul öğretemedi.Eskibağdan ayrıldıktan çok sonra, bu köyden yetişen iki muhterem insanı, Zekeriya ve Necati Bey’i tanıdım. Her ikisini de rahmetle anıyorum. Mekânları cennet olsun. Suşehri Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğüne yeni atanmıştım. Makam odama her ikisini yardımıyla aldığım halıyı (yaklaşık 25 m2) serdim. Ele güne karşı yüzümü ak ettiler. İnşallah öbür âlemde onların da yüzü ak olur. Yaptıkları onca hayır hasenatın ve hizmetin karşılığını görürler.
İsmet Abinin ( Aydın) (Allah rahmet eylesin.) İstanbul’daki dükkânına, Suşehri’nde esnaf olan dayımın müşteri olarak gitmesi, İsmet Abi’nin “Bizim Suşehri’nden İlyas Ege adında bir öğretmenimiz vardı, tanır mısın? Diye beni sorması gibi. Dayımın: “ Kendisi benim öz yeğenim olur” demesi üzerine başlayan muhabbeti artık siz tahmin edin.Geçenlerde (Aralık 2014) aklıma düştü, özlediğimi hissettim. Bir zamanlar keklik, tavşan kovaladığım Eskibağ kıraçlarını gezmeye gittim. Ben gitmeyeli her şey çok değişmiş. Yazlık bahçe evleri gördüm. Kıraçların boyunca Eymir’e doğru sulama kanalı geçmiş. Hemen aklıma rahmetli Şakir Abi’nin (Macit) bir sözü geldi. Kanaldan gelen su Eskibağ’ ulaşmıştı. Şakir Abi ile Suşehri’nde karşılaştığımızda, konuşurken söz sulama konusuna geldi. Şakir Abi: “Hocam suya kavuştuk, yüz yaşındaki armut ağaçlarına can geldi, ama ne fayda gençlik çağımız geçti, kim çalışacak? Diyerek hayıflandı. Bu son görüşmemizmiş. Daha sonra vefat ettiğini duydum. Mekânı cennet olsun.
Bu yazdıklarım bir çırpıda hatırladıklarım. Şu anda hatırıma gelmeyen benzeri bir hayli hatıra var.Eskibağ köyünde, birlikte yaşadığım değerli insanlardan ahrete intikal edenleri rahmetle anıyorum. Yaşayanlara sağlıklı, hayırlı ömürler diliyorum. Köydeki insanların tamamının isimlerini bu satırlarda zikredemedim. İsmi geçmeyenler beni bağışlasın. Hepsinin gönlümde ayrı bir yeri var. Sadece bazı hatıraları isimlerle birlikte yad etmek gerekti. Eskibağ köyü, birlikte yaşadığım Eskibağ’ın insanları ve öğrencilerim benim sık sık rüyalarıma giren, özlediğim hayatımın güzel bir parçası. Eskibağ köyünde iki seneden fazla süren öğretmenliğimde hepsini çok sevdiğim, birbirinden değerli öğrencilerim oldu. Aradan geçen yarım asra yakın zamana rağmen ne onlar beni unuttu, ne de ben onları unuttum. Allah, ömürlerini uzun etsin, yardımcıları olsun, acılarını göstermesin. Onların dürüstlükleri, çalışkanlıkları, helal kazanarak belli yerlere gelişleri beni daima gururlandırmıştır. Allah bahtlarını, yollarını açık etsin.



1910 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
Üyelik Girişi
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam30
Toplam Ziyaret101321
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.429932.5599
Euro34.801134.9406
Hava Durumu
Saat